Sayfalar

15 Haziran 2011 Çarşamba

Datça’da ev nasıl yaptırılır ?

Datça’da ev nasıl yaptırılır ? 1

( Unutmayalım ki, “ Bir şehri şehir yapan insandır, surlar veya gemiler değil.” Thukydidas)

Pardon soruyu yanlış sordum. Datça’da işkenceye nasıl uğranır. Madem soruyu sordum yanıtını da vereyim. Ev yaptırmayı deneyin derim.

Zürih nere Datça nere demeyin, dünya küçük derler ya işte öyle birşey. Yıllar önce yelkenli teknemizle adriyatik, ege, akdeniz derken Datça’ya demir attığımızda İsviçre’li dostlarımdan ilk duyduğum söz, Musti ev yaptıracaksan işte burada yaptır sözleri idi. Çok yerler de demirledik, arkadaşlar neden ısrarla Datça demişlerdi? O gün bu gün internet sayfalarında Datça hakkında çok yazı okumuş ve kendimi yavaş yavaş bu sahil kasabasına ısındırmaya başlamıştım. 3 yıl öncede eşimle tatil için gelmiş ve bir ev aramaya başlamıştık. Ne yazık ki uzun aramalar neticesi kafamıza göre bir ev bulamayınca bir arsa alıp tekrar İsviçre’ye dönmüştük.

Yurt dışında olup Türkiye’de ev yaptırmanın ne kadar zor olduğunu biliyordum. Burada ki Türk dernekleri ile sıkı ilişkilerim vardı. Harıl harıl Türkiye’mizi ve insanlarımızı tanıtmak için gönüllü elçilik yapıyorduk. Her yaz tatili sonrası arkadaşlarla toplanır tatil anılarımızı anlatırdık. Çoğunluk nasıl kazıklandıklarını, soyulduklarını, tatil evlerine hırsızların girdiğini, dolandırıldıklarını anlatırdı. Biz burada Avrupalı için yabancı Türkiyede’ki dostlarımız içinde hem almancı hemde yolunacak kaz idik. Ben bu anlatımlara hep güler, bir taraftan da kendimi akıllı zannederek bu hallere düşmeyeceğimi sanırdım.

Tavsiye üzerine mimarımı buldum ve ev yaptırmaya koyuldum. Yazışmalar, mailler, telefon derken hafriyat bitip evin kabasına başlamıştık. İş yapılıyor mimarım kontrol ediyor ben anında internet üzerinden alacaklılara paralarını yatırıyordum. Bu arada olumsuzluklar oldu, kabayı yapan usta kaçtı, duvarları yapacak kişi taş getireceğim diyerek 2.000 YTL yi aldı gitti ne taşı ne de parayı getirdi. Bu olumsuzluklara kalbi fazla dayanamayan mimarım işin devamını başka bir mühendis arkadaşına devretti. İnce işler vs. ufak tefek eksikler yanında hepsinin bittiğini söylediler ve bende bütün çalışanlara kuruşlarına kadar ödemeyi yaptım. Heyecanla 6 hafta tatil alarak Ağustos ortası Datça’ya geldim.

Gelmesine geldim ama bir de ne görsem iyi. Ecevit’in sözleri aklıma geldi. İsmet İnönü’yü devirip de karoğlan rüzgarları estirdiği yıllarda Demirel’e karşı seçimi kazanıp MSP ile koalisyon kurduğunda bütçe konuşmasında enkaz devraldığını söylemişti. Ben onu bile söyleyemiyorum, enkazı devir bile alamadım, enkazın altında kaldım.

Evin içerisinde faresinden tutun da ayakkabı, pantolon, ve değişik giysilere kadar bir traktör dolusu pislik. Bütün kapılar, pencereler, menteşeler yamuk, yanlış takılmış, pancurlar çalışmaz. Evin içerisinde beton karılmış, bir yıllık beton pisliği. Mermerler kırılmış, çelik kapı eğri takılmış. Boyacı bir ev boyamış ki, sanki duvar yerine kalebodurları boyamış, 700 kadar kalebodur varsa hepsinin üzerinde boya lekesi var. Duvarcı duvar yerine demirleri harç lekeleri ile doldurmuş. Marangoz sıvası olmayan, inşaat pisliği temizlenmeyen yerlere dolapları yerleştirmiş, kimisini kesmiş, kimisini kırmış. Ben hangi birini yazayım. Deveye sormuşlar boynun niye eğri, oda demiş ki nerem doğru.

Tabii gelin de siz paralarını alan ve kendilerine usta lakabı takan bu kişileri eksikleri için tekrar işin başına getirin. İşte işkencenin en büyüğü burada başlıyor. İnsanların bu kadar kişilik erozyonuna uğrayarak, yozlaşacağı, sadece yalandan beslenerek ahlaki bütün değerleri ayaklar altına alabildiklerini görmek ve yaşamak bizi fazlasıyla üzdü. Yıllar önce Köyceğiz’de tatil yaparken, yemek servisinde garson çatal ve bıçakları ters yerlere koymuştu. Ben de gırgır olsun diye ama bunların yeri ters demiştim. Garsonda bana, ağbey ben yazları garsonluk yaparım, Eylül’den sonra inşaatlarda çalışır, kışın da kasaplık yaparım demişti. Aynen öyle Datça’da herkes herşeyi yapıyor ama hiç kimse hiçbir şeyi doğru yapmıyor. Çoğunluğu yaptıkları işin gerektirdiği bilinç ve beceriye sahip değiller. Okullu değiller. Bütün çalışanları bir araya getirip sordum, hiç kimse hiç bir şekilde suç kabul etmedi. Tek suçlu ben, ev yaptırdığım için. Ünlü hukukçumuzun sözleri aklıma geldi. Türk insanı hep haklıdır diyor. Hep haklı olunca da hukuka gerek kalmıyor.

Neticede ben ve eşim 6 haftada (42 gün) hergün sabah saat 8 akşam saat 8 mesai yaparak evimizi oturacak hale getirdik. Evet getirdik ama, biz ruhen, bedenen ve sinirsel bir darbe aldık. Bu darbenin sivil yönü idi. Gelecek yazım bürokrasi olacak.

Mustafa Tokdede
Kaynak : Yarimadanin Sesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder